99 Allah'ın İsimleri | |
Kimler hatta? | Toplam 19 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 19 Misafir Yok Sitede bugüne kadar en çok 98 kişi Ptsi Tem. 31, 2017 10:56 am tarihinde online oldu. |
En son konular | » **BİSMİLLAHİRRAHMENİRRAHİM**Çarş. Şub. 15, 2012 1:18 pm tarafından Helin» Sohbetlerde Hikaye ÖrneklemeleriC.tesi Şub. 26, 2011 10:54 am tarafından @bdulKadir» Eşimi nasıl mum gibi yaparım? C.tesi Şub. 26, 2011 10:29 am tarafından @bdulKadir» Koca hakkı C.tesi Şub. 26, 2011 10:16 am tarafından @bdulKadir» Zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebebi nedir?C.tesi Şub. 26, 2011 10:09 am tarafından @bdulKadir» Selamun AleykümC.tesi Şub. 26, 2011 10:03 am tarafından @bdulKadir» BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM ... !!!Cuma Ara. 24, 2010 3:14 pm tarafından Helin» Kurban Bayram Mubarek olsun!!!!!!!!!!!!!!Salı Kas. 16, 2010 8:14 pm tarafından Selma NUran» Kadının Tek Başına Hacca Gitmesi Paz Ekim 24, 2010 9:41 pm tarafından İslam Yolu» Kadının yalnız hacca gitmesi ve kasap olarak hacca gitme Paz Ekim 24, 2010 9:39 pm tarafından İslam Yolu» Hamile kadın hacca gidebilir mi? Paz Ekim 24, 2010 9:38 pm tarafından İslam Yolu» Tut Yüreğimin Ellerinden...Paz Ekim 24, 2010 4:10 pm tarafından nurunalanur» Üstadın ailesinden birkaç kişinin kabri şerifleriÇarş. Ekim 20, 2010 11:40 am tarafından İslam Yolu» Bediüzzamandır BuÇarş. Ekim 20, 2010 11:38 am tarafından İslam Yolu» ÜSTAD'A MEKTUP!Çarş. Ekim 20, 2010 11:36 am tarafından İslam Yolu» Ana-babanın seksen hakkıCuma Ekim 15, 2010 10:05 am tarafından İslam Yolu» Evliliği kolaylaştırınPerş. Ekim 14, 2010 11:57 pm tarafından İslam Yolu» Bir kıza gelen görücü, o kız olmazsa, onun kızkardeşi ile...C.tesi Ekim 09, 2010 10:57 pm tarafından İslam Yolu» Dinimize göre düğün nasıl olmalıdır?C.tesi Ekim 09, 2010 10:53 pm tarafından İslam Yolu» Evlatlar arasinda ayrimcilikC.tesi Ekim 09, 2010 10:51 pm tarafından İslam Yolu» Evlilikte mutluluğun '9' sırrıC.tesi Ekim 09, 2010 10:48 pm tarafından İslam Yolu» 'Mutluluk' için 14 öneri C.tesi Ekim 09, 2010 10:44 pm tarafından İslam Yolu» Mutlu olmak isteyen eşlere tavsiyeler C.tesi Ekim 09, 2010 10:40 pm tarafından İslam Yolu» Eşinize seni seviyorum deyiniz... C.tesi Ekim 09, 2010 10:28 pm tarafından İslam Yolu» Yuvayı Yapmak da Yıkmak da Elinizde C.tesi Ekim 09, 2010 10:26 pm tarafından İslam Yolu» Hz. Yusuf (as)’a bütün insanlığın güzelliğinin yarısının verildiği, doğru mudur? C.tesi Ekim 09, 2010 10:18 pm tarafından İslam Yolu» Sabah namazına kalkmanın veya kalkamamanın imanın gücüyle alakası var mıdır?C.tesi Ekim 09, 2010 10:16 pm tarafından İslam Yolu» Camilere kadınların hayızlı iken girmesi caiz mi?C.tesi Ekim 09, 2010 10:14 pm tarafından İslam Yolu» Bayanların bayan pantolonu giymesi haram mıdır? C.tesi Ekim 09, 2010 10:05 pm tarafından İslam Yolu» Makyajlı olarak alınan abdest ve kılınan namaz geçerli olur mu?C.tesi Ekim 09, 2010 10:00 pm tarafından İslam Yolu |
|
| onyedinci sözün devamı | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
nurunalanur Sadık Kardeşimiz
Mesaje : 259 Puncte : 648 Reputatie : 6 Data de inscriere : 23/03/10
| Konu: onyedinci sözün devamı Cuma Nis. 30, 2010 1:44 pm | |
| بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَلَمَّآاَفَلَ قَالَ لآَاُحِبُّ اْلآفِلِينَ
لَقَدْ اَبْكَانِى نَعْىُ ( لآَ اُحِبُّ اْلآفِلِينَ ) مِنْ خَلِيلِ اللَّهِ
İbrahim Aleyhisselâm'dan sudûr ile, kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden na'y-i لآَاُحِبُّ اْلاَفِلِينَ beni ağlattırdı.
فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبِى قَطَرَاتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُئُونِ اللَّهِ
Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da, o kadar hazîndir. Ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek fârisî fıkralardır.
لِتَفْسِيرِ كَلاَمٍ مِنْ حَكِيمِ اَىْ نَبِىِّ فِى كَلامِ اللَّهِ
İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir Hakîm-i İlâhî'nin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.
نَمِى زِيبَاسْتْ اُفُولْدَ هَ كُمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ
Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünki: Zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı Ebedî için yaratılan ve âyine-i Sâmed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.
نَمِى اَرْزَدْ غُرُوبْدَه غَيْبْ شُدَنْ مَطْلُوبْ
Bir matlub ki, gurubda gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin
sh: » (S: 223)
alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın kalsın.
نَمِى خَوَاهَمْ فَنَادَهَ مَحْوْ شُدَنْ مَقْصُودْ
Bir maksud ki, fenada mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünki, fâniyim, fâni olanı istemem; neyleyeyim?..
نَمِى خَوَانَمْ زَوَالْدَه دَفْنْ شُدَنْ مَعْبُودْ
Bir Mâbud ki, zevalde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünki nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük derdlerime deva bulamaz. Ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevalden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?
عَقْلْ فَرْيَادْمِى دَارَدْ نِدَاءِ ( لآَ اُحِبُّ اْلآفِلِينَ )مِى زَنْدْ رُوحَ
Evet zâhire mübtelâ olan akıl, şu keşmekeş kâinatta perestiş ettiği şeylerin zevalini görmek ile me'yûsâne feryad eder ve bâki bir mahbubu arayan ruh dahi لآَاُحِبُّ اْلاَفِلِينَ feryâdını ilân ediyor.
نَمِى خَوَا هَمْ نَمِى خَوَانَمْ نَمِى تَابَمْ فِرَاقِى
İstemem, arzu etmem, takat getirmem müfarakati...
نَمِى اَرْزَدْ مَرَاقَه اِينْ زَوَالْ دَرْ َسْ تَلاَقِى
Der-akab zeval ile acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez. İştiyaka hiç lâyık değildir. Çünki: Zeval-i lezzet, elem olduğu gibi; zeval-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecâzî âşıkların divanları, yâni aşknameleri olan manzum kitabları, şu tasavvur-u zevalden gelen elemden birer feryaddır. Herbirinin, bütün divan-ı eş'ârının ruhunu eğer sıksan, elemkârane birer feryad damlar.
اَزْ آنْ دَرْدِ ِكرِينْ (لآَ اُحِبُّ اْلاَفِلِينَ ) مِيزَنْدْ قَلْبَمْ
İşte o zeval-âlûd mülâkatlar, o elemli mecâzî muhabbetler der-
sh: » (S: 224)
dinden ve belasındandır ki, kalbim İbrahimvari لآَاُحِبُّ اْلاَفِلِينَ ağlamasıyla ağlıyor ve bağırıyor.
دَرْ اِينْ فَانِى بَقَا خَازِى بَقَا خِيزَدْ فَنَادَنْ
Eğer şu fâni dünyada beka istiyorsan; beka, fenadan çıkıyor. Nefs-i emmâre cihetiyle fena bul ki, bâki olasın.
فَنَا شُدْ هَمْ فَدَا كُنْ هَمْ عَدَمْ بِينْ كِه اَزْ دُنْيَا بَقَايَه رَاهْ فَنَادَنْ
Dünyaperestlik esâsâtı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et. Fâni ol! Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı, Mahbub-u Hakikî yolunda fedâ et. Mevcûdatın adem-nümâ akibetlerini gör. Çünki. Şu dünyadan bekaya giden yol, fenadan gidiyor.
فِكِرْ فِيزَارِْمِى دَارَدْ اَنِينْ ( لآَ اُحِبُّ اْلاَفِلِينَ ) مِى زَنْدْ وِجْدَانْ
Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zeval-i dünyadan hayrette kalıp, me'yûsâne fîzar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvari لاَاُحِبُّ اْلآفِلِينَ enîniyle mahbûbat-ı mecaziyyeden ve mevcûdât-ı zâileden kat-ı alâka edip, Mevcûd-u Hakikî'ye ve Mahbub-u Sermedi'ye bağlanıyor.
بِدَانْ اَىْ نَفْسِ نَادَانَمْ كِه دَرْ هَمْ فَرْدَازْ فَانِى دُورَاهْ هَسْت
بَا بَاقِى دُوسِرِّ خَانْ جَانَانى
Ey nâdan nefsim! Bil ki: Çendan dünya ve mevcûdât fânidir. Fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezal'in tecelli-i Cemâlinden iki lem'ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki: Sûret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen...
كِه دَرْ نِعْمَتْهَا اِنْعَامْ هَسْتْ وَ َسْ آثَارَهَا اَسْمَا بِ ِكيرْ مَغْزِى وَ مِيزَنْ دَرْ فَنَا آنْ قِشْرِ بِى مَعْنَا
Evet, nimet içinde in'am görünür; Rahman'ın iltifatı hissedilir.
sh: » (S: 225)
Nimetten in'ama geçsen, Mün'im'i bulursun. Hem her eser-i Samedânî, bir mektub gibi, bir Sâni'-i Zülcelâl'in esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, Esmâ yoluyla Müsemmayı bulursun. Mâdem şu masnuat-ı fâniyyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu kışrını, acımadan fena seyline atabilirsin.
بَلِى آثَارَهَا كُويَنْدْ زِاَسْمَا لَفْظِ ُرْ مَعْنَا بِخَانْ مَعْنَا وَ مِيزَنْ دَرْ هَوَا آنْ لَفْظِ بِى سَوْدَا
Evet masnuatta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lafz-ı mücessem olmasın, Sâni'-i Zülcelâl'in çok esmâsını okutturmasın. Mâdem şu masnuat, elfâzdır, kelimât-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy. Mânâsız kalan elfâzı, bilâperva zevalin havasına at. Arkalarından alâkadarane bakıp meşgul olma.
عَقْل فَرْيَادْ مِى دَارَدْ غِيَاثِ ( لآَ اُحِبُّ اْلاَفِلِينَ ) مِيزَنْ اَىْ نَفْسَمْ
İşte zâhirperest ve sermayesi âfâkî mâlûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî böyle silsile-i efkârı, hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden me'yusane feryad ediyor. Hakikate giden bir doğru yol arıyor. Mâdem ufûl edenlerden ve zeval bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecâzî mahbublardan vazgeçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi bîçare nefsim, İbrahimvari لآَاُحِبُّ اْلاَفِلِينَ gıyasını çek, kurtul.
ِه خُوشْ كُويَدْ اُوشَيْدَا جَامِى عَشْقِى خُوىْ
Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlâna Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:
يَكِى خَواهْ يَكِى خَوانْ يَكِى جُوىْ يَكِى بِينْ يَكِى دَانْ يَكِى كُوىْ demiştir. (Hâşiye)
1 - Yâni: Yalnız biri iste, başkaları istenmeye değmiyor.
_____________________
(Hâşiye): Yalnız bu satır Mevlâna Câmî'nin kelâmıdır.
sh: » (S: 226)
2 - Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor.
3 - Biri taleb et, başkalar lâyık değiller.
4 - Biri gör, başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
5 - Biri bil, mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
6 - Biri söyle, ona aid olmayan sözler mâlâyanî sayılabilir.
نَعَمْ صَدَقْتَ اَىْ جَامِى هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ هُوَ الْمَقْصُودُ
هُوَ الْمَعْبُودُ
Evet Câmî pek doğru söyledin. Hakikî mahbûb, hakikî matlûb, hakikî maksûd, hakikî mabûd; yalnız Odur.
كِه لآَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ بَرَابَرْ مِيزَنَدْ عَالَمْ
Çünki bu âlem bütün mevcûdâtıyla muhtelif dilleriyle, ayrı ayrı nağamatıyla zikr-i İlâhinin halka-i kübrâsında beraber "Lâ ilahe illa Hu" der, vahdâniyete şehadet eder. لآَاُحِبُّ اْلاَفِلِينَ in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alâkayı kestiği mecâzî mahbublara bedel, bir Mahbûb-u Lâyezalî'yi gösteriyor.
* * *
sh: » (S: 227)
[Bundan yirmibeş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yûşa Tepesinde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: "Yarına kadar beni bırakınız, istihare edeyim." Sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübarek hatıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhafaza edildi. Yirmiüçüncü Söz'ün âhirine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.]
Birinci Levha
[Ehl-i gaflet dünyasının hakikatını tasvir eder levhadır.]
Beni dünyaya çağırma Ona geldim fena gördüm.
Dema gaflet hicab oldu Ve nur-u Hak nihan gördüm.
Bütün eşya-yı mevcûdât Birer fâni muzır gördüm.
Vücud desen onu giydim Ah ademdi çok bela gördüm.
Hayat desen onu tattım Azab ender azab gördüm.
Akıl ayn-ı ikab oldu Bekayı bir bela gördüm.
Ömür ayn-ı heva oldu Kemâl ayn-ı heba gördüm.
Amel ayn-ı riyâ oldu Emel ayn-ı elem gördüm.
Visâl, nefs-i zeval oldu Devayı ayn-ı dâ' gördüm.
Bu envar, zulümat oldu Bu ahbabı yetim gördüm.
Bu savtlar, na'y-ı mevt oldu Bu ahyayı mevat gördüm.
Ulûm, evhama kalboldu Hikemde bin sekam gördüm.
Lezzet, ayn-ı elem oldu Vücudda bin adem gördüm.
Habib desen onu buldum Ah! Firakta çok elem gördüm.
sh: » (S: 228)
İkinci Levha
[Ehl-i hidâyet ve huzurun hakikat-ı dünyalarına işaret eder levhadır.]
Dema gaflet zeval buldu Ve nur-u Hak ayan gördüm.
Vücud, bürhân-ı Zât oldu Hayat, mir'at-ı Hak'tır gör.
Akıl, miftah-ı kenz oldu Fena, bab-ı bekâdır gör.
Kemâlin lem'ası söndü Fakat, şems-i Cemâl var gör.
Zeval, ayn-ı visal oldu Elem, ayn-ı lezzettir gör.
Ömür nefs-i amel oldu Ebed ayn-ı ömürdür gör.
Zalâm zarf-ı ziya oldu Bu mevtte hak hayat var gör.
Bütün eşya enîs oldu Bütün asvat zikirdir gör.
Bütün zerrat-ı mevcûdât Birer zâkir, müsebbih gör.
Fakrı kenz-i gına buldum Aczde tam kuvvet var gör.
Eğer Allah'ı buldunsa Bütün eşya senindir gör.
Eğer Mâlik-i Mülk'e memlûk isen Onun mülkü senindir gör.
Eğer hodbin ve kendi nefsine mâlik isen: Bilâ-addin beladır gör,
Belâ-haddin azabdır tad, Belâ-gâyet ağırdır gör.
Eğer hakikî abd-i hudabin isen Hududsuz bir sâfadır gör.
Hesabsız bir sevab var tad Nihayetsiz saadet gör...
sh: » (S: 229)
[Yirmibeş sene evvel Ramazanda ikindiden sonra Şeyh-i Geylanî'nin (K.S.) Esmâ-i Hüsnâ manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki: Esmâ-i hüsnâ ile bir münacat yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübarek Münâcât-ı Esmâiyesine bir nazîre yapmak istedim. Heyhat!.. Nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı. Bu münacat, Otuzüçüncü Söz'ün Otuzüçüncü Mektub'u olan Pencereler Risalesine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.]
هُوَ الْبَاقِى
حَكِيمُ الْقَضَايَا نَحْنُ فِى قَبْضِ حُكْمِهِ { هُوَ الْحَكَمُ الْعَدْلُ لَهُ اْلاَرْضُ وَ السَّمَآءُ
عَلِيمُ الْخَفَايَا وَ الْعُيُوبِ فِى مُلْكِهِ { هُوَ الْقَادِرُ الْقَيُّومُ لَهُ الْعَرْشُ وَ الثَّرَآءُ
لَطِيفُ الْمَزَايَا وَ النُّقُوشِ فِى صُنْعِهِ { هُوَ الْفَاطِرُ الْوَدُودُ لَهُ الْحُسْنُ وَ الْبَهَآءُ
جَلِيلُ الْمَرَايَا وَ الشُّؤُنِ فِى خَلْقِهِ { هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ لَهُ الْعِزُّ وَ الْكِبْرِيَآءُ
بَدِيعُ الْبَرَايَا نَحْنُ مِنْ نَقْشِ صُنعِهِ { هُوَ الدَّائِمُ الْبَاقِى لَهُ الْمُلْكُ وَ الْبَقَآءُ
كَرِيمُ الْعَطَايَا نَحْنُ مِنْ رَكْبِ ضَيْفِهِ { هُوَ الرَّزَّاقُُ الْكَافِى لَهُ الْحَمْدُ وَ الثَّنَآءُ
جَمِيلُ الْهَدَايَا نَحْنُ مِنْ نَسْجِ عِلْمِهِ { هُوَ الْخَالِقُ الْوَافِى لَهُ الْجُودُ وَ الْعَطَآءُ
سَمِيعُ الشَّكَايَا وَ الدُّعَاءِ لِخَلْقِهِ { هُوَ الرَّاحِيمُ الشَّافِى لَهُ الشُّكْرُ وَ الثَّنَآءُ
غَفُورُ الْخَطَايَا وَ الذُّنُوبِ لِعَبْدِهِ { هُوَ الْغَفَّارُ الرّحِيمُ لَهُ الْعَفْوُ وَ الرِّضَآءُ
Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:
"Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umumen isterim."
sh: » (S: 230)
BARLA YAYLASI; ÇAM, KATRAN, ARDIÇ KARAKAVAÐIN BİR MEYVESİDİR
[Makam münasebetiyle buraya alınmış. Onbirinci Mektub'un bir parçasıdır.]
Bir vakit esaretimde dağ başında âzametli çam ve katran ve ardıç ağaçlarının heybet-nümâ Sûretlerini, hayret-fezâ vaziyetlerini temaşa ederken pek lâtif bir rüzgâr esti. O vaziyeti, pek muhteşem ve şirin velvele-âlûd bir zelzele-i raks-nümâ, bir tesbihât-ı cezbe-edâ Sûretine çevirdiğinden; eğlence temaşası, nazar-ı ibrete ve sem'-i hikmete döndü. Birden Ahmed-i Cizrî'nin kürdçe şu fıkrası:
هَرْ كَسْ بِتَمَاشَا كَهِ حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاىْ تَشبِيهِ نِكَارَانْ بِجَمَالاَتَ دِنَازِنْ
hatırıma geldi. Kalbim, ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:
يَا رَبْ هَرْ حَىْ بِتَمَاشَا كَهِ صُنْعِ تُوزِ هَرْجَاى بَتَازِى
زِنَشيِبُ اَزْفِرَازِى مَانَنْدِ دَلاَلاَنْ بِنِدَاءِ بِآوَازِى
دَمْ دَمْ زِجَمَالِ نَقْشِ تُو دَرْرَقْص بَازِى
زِكَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ بِ كَازِى
زِشِيرِينِى آوَازِ خُودْ حَىْ حَىْ دِينَازِى
أَزْوَىْ رَقْصَه آمَدْ جَزْبَه خَازِى
أَزْيِنْ آثَارِ رَحْمَتْ يَا فَْت هَرْحَىْ دَرْسِ تَسْبِيحُ وَ نَمَازِى
اِيسْتَادَسْتْ هَرْيَكِى بَرْسَنْكِ بَالاَ سَرْفِرَازِىدِرَازْ كَرْدَسْتْ دَسْتَهَارَا بَدَرْ كَاهِ
آِلهِى هَمْ ُو شَهْبَازِىبَجُنْبِيدَسْتْ زُلْفَهَارَا بَشَوْقَ اَنْكِيزِ شَهْنَازِى
بَبَالاَ مِيزَنَنْدْ أَزْ َرْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِ عَشْقِ بَازِى
مِيدِهَدْ هُوشَه ِيرِنْهَاى دَرِينْهَاىِ زَوَالِ اَزْحُبِّ مَجَازِى
بَرْسَرِ مَحْمُودْ هَا نَعْمَهَاىِ حُزْنْ اَنْ ِيزِ اَيَازِىمُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ
اَزَلِى اَزْحُزْن اَنْ ِيزِ نَوَازِىرُوحَه مِى آيَدْ اَزُوزَمْزَمَ ئِه نَازُ نِيَازِى
قَلْبْ مِيخَوانْد اَِزينْ آيَاتْهَا سِرِّ تَوْحِيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ اِعْجَازِى
sh: » (S: 231)
نَفْسِ مِيخَواهَدْ دَرْاِينْ وَلْوَلَهَا زَلْزَلَهَا زَوْقِ بَاقِى دَرْفَنَاىِ دُنْيَا بَازِى
عَقْلِ مِيبِينَدْ اَزِينْ زَمْزَمَهَا دَمْدَمَهَا نَظْمِ خِلْقَتْ نَقْشِ حِكْمَتْ كَنْزِ رَازِى
آرْزُو مِيدَارَدْ هَوَا اَزْيِنْ هَمْهَمَهَا هُو هُوَ هَا مَرْ كِخُودْ
دَرْ تَرْكِ اَذْوَاقِ مَجَازِى
خَيَالْ بِينَدْ اَزِينْ اَشْجَارْ مَلاَئِكْ رَا جَسَدْ آمَدْ سَمَاوِى بَاهَزَارَانْ نَىْ
اَزْيِنْ نَهْيَا شُنِيدَتْ هُوشْ سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ
وَرَقْهَا رَازَابَانِ دَارَنْدْ هَمَه هُوَ هُوَ ذِكْرْ آرَنْدْ بَدََرْ مَعْنَاىِ حَىُّ حَىْ
ُو لآَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ بَرَابَرْ مِيزَنْدْ هَرْ شَىْ
دَمَادَمْ جُو يَدْ نَدْ يَا حَقْ سَرَاسَرْ كُويَدَنْدْ يَا حَىْ بَرَابَرْ مِيزَنَنْدْ اَللّهْ
فَيَا حَىُّ يَا قَيُّومُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيُّومِ
حَيَاتِى دِهْ بَايِنْ قَلْبِ َرِيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَاِينْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا آمِينْ
Barla Yaylası Tepelicede çam, katran, ardıç, karakavak meyvesi hakkında yazılan Farisî beyitlerin mânâsı:
هَرْ كَسْ بِتَمَاشَا كِه حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاى تَشبِيهِ نِكَارَانْ بِجَمَالاَتَ رِنَازِنْ
Hatırıma geldi. Kalbim dahi ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:
Yâni: Senin temaşâna, hüsnüne, herkes her yerden koşup gelmiş. Senin cemâlinle nazdarlık ediyorlar.
يَا رَبْ هَرْ حَىْ بِتَمَاشَا كَهِ صُنْعِ تُوزِ هَرْجَاى بَتَازِى
Her zîhayat senin temaşâna, san'atın olan zemin yüzüne her yerden çıkıp bakıyorlar.
sh: » (S: 232)
زِنَشيِبُ اَزْفِرَازِى مَانَنْدِ دَلاَلاَنْ بِنِدَاءِ بَآوَازِى
Aşağıdan, yukarıdan dellâllar gibi çıkıp bağırıyorlar.
دَمْ دَمْ زِجَمَالِ نَقْشِ تُو زِ هَوَاىِ شَوْقِ تُو دَرْرَقْص بَازِى
Senin cemâl-i nakşından keyiflenip, o dellâl-misâl ağaçlar oynuyorlar.
زِكَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ بَ كَا َازِى(نُسْخَي)
Senin Kemâl-i san'atından neş'elenip, güzel güzel sadâ veriyorlar.
زِشِيرِينِى آوَازِ خُودْ حَىْ حَىْ دِينَازِى
Güya sadalarının tatlılığı, onları da neş'elendirip nazeninâne bir naz ettiriyor.
أَزْوَىْ رَقْصَه آمَدْ جَزْبَه خَازِى
İşte ondandır ki; şu ağaçlar raksa gelmiş, cezbe istiyorlar.
أَزْيِنْ آثَارِ رَحْمَتْ يَا فَْت هَرْحَىْ دَرْسِ تَسْبِيحُ نَمَازِى
Şu rahmet-i İlahiyenin âsârıyladır ki; her zîhayat, kendine mahsus tesbih ve namazın dersini alıyorlar.
اِيسْتَادَسْتْ هَرْيَكِى بَرْسَنْكِ بَالاَ سَرْفِرَارِى
Ders aldıktan sonra, herbir ağaç yüksek bir taş üstünde arşa başını kaldırıp durmuşlar.
دِرَازْ كَرْدَسْتْ دَسْتَهَارَا بَدَرْ كَاهِ آِلهِى هَمْ ُو شَهْبَازِى
Herbirisi, yüzler ellerini Şehbâz-ı Kalender (Haşiye) gibi
نُسْخَي: زِبَوَاي شَوْقِ تُو
(Haşiye): Şehbaz-ı Kalender, meşhur bir kahramandır ki, Şeyh-i Geylanî'nin irşadıyla dergâh-ı İlahîye iltica edip mertebe-i velâyete çıkmıştır.
sh: » (S: 233)
Dergâh-ı İlahîye uzatıp muhteşem bir ibâdet vaziyetini almışlar.
بَجُنْبِيدَسْتْ زُلْفَهَارَا بَشَوْقَ اَنْكِيزِ شَهْنَازِى
(Hâşiye)
Oynattırıyorlar zülüfvâri küçük dallarını ve onunla, temaşa edenlere de lâtif şevklerini ve ulvî zevklerini ihtar ediyorlar.
بَبَالاَ مِيزَنَنْدْ أَزْ َرْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِ عَشْقِ بَازِى
Aşkın «Hay Huy» perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sâda veriyorlar.(Nüsha)
مَيدَهَدْمُوَشَي كَيرِيِنْهَاى دَرِينْهَاىِزَوَالِىاَزْحُبِّمَجَازِى
Fikre şu vaziyetten şöyle bir mânâ geliyor: Mecâzî muhabbetlerin zeval elemiyle gelen ağlayış, hem derinden derine hazîn bir enîni ihtar ediyorlar.
بَرْسَرِ مَحْمُودْ هَا نَغْمَهَاىِ حُزْنْ اَنْ كَيِزِ اَيَازِى
Mahmudların, yâni Sultan Mahmud gibi mahbûbundan ayrılmış bütün âşıkların başlarında, hüzün-âlûd mahbûblarının nağmesinin tarzını işittiriyorlar.
مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلِى اَزْحُزْن اَنْ كَيِزِ نَوَازِى
Dünyevî sâdâların ve sözlerin dinlemesinden kesilmiş olan ölmüşlere; ezelî nağmeleri, hüzün-engiz sâdâları işittiriyor gibi bir vazifesi var görünüyorlar.
رُوحَه مِى آيَدْ اَزُوزَمْزَمَ ئِه نَازُ نِيَازِى
Ruh ise şu vaziyetten şöyle anladı ki: Eşya, tesbihat ile Sâni'-i Zülcelâl'in tecelliyat-ı esmâsına mukabele edip, bir naz-niyaz zemzemesidir, geliyor.
(Haşiye): Şehnaz-ı Çelkezî, kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzelidir.
Nüsha: Şu nüsha mezaristandaki ardıç ağacına bakar:
بَبَالاَ مِيزَنَنْدْ أَزْ َرْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِ مُرْدَهَا رَا نَغْمَهَاىِ اَزَلِى اَزْخُزْنِ اَنْ ِيزِ نَوَازِى
sh: » (S: 234)
قَلْبْ مِيخَوانْد اَِزينْ آيَاتْهَا سِرِّ تَوْحِيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ اَعْجَازِى Kalb ise, şu herbiri birer âyet-i mücesseme hükmünde olan şu ağaçlardan sırr-ı tevhidi, bu i'câzın ulüvv-ü nazmından okuyor. Yâni, hilkatlerinde o derece hârika bir intizâm, bir san'at, bir hikmet vardır ki: Bütün esbâb-ı kâinat birer fâil-i muhtar farzedilse ve toplansalar taklid edemezler.
نَفْس مِيخَواهَدْ دَرْاِينْ وَلْوَلَهَا زَلْزَلَهَا زَوْقِ بَاقِى دَرْفَنَاىِ دُنْيَا بَازِى
Nefis ise, şu vaziyeti gördükçe; bütün rûy-i zemin, velvele-âlûd bir zelzele-i firakta yuvarlanıyor gibi gördü, bir zevk-i bâki aradı. "Dünya-perestliğin terkinde bulacaksın" mânâsını aldı.
عَقْل مِيبِينَدْ اَزِينْ زَمْزَمَهَا دَمْدَمَهَا نَظْمِ خِلْقَتْ نَقْشِ حِكْمَتْ كَنْزِ رَازِى
Akıl ise, şu zemzeme-i hayvan ve eşcardan ve demdeme-i nebat ve havadan gâyet mânidar bir intizâm-ı hilkât, bir nakş-ı hikmet, bir hazine-i esrar buluyor. Her şey, çok cihetlerle Sâni'-i Zülcelâl'i tesbih ettiğini anlıyor.
آرْزُو مِيدَارَدْ هَوَا اَزْيِنْ هَمْهَمَهَا هُو هُوَ هَا مَرْكَ ِ خُودْ دَرْ تَرْكِ اَذْوَاقِ مَجَازِى
Heva-yı nefs ise şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki, bütün ezvak-ı mecâzîyi ona unutturup, o heva-yı nefsin hayatı olan zevk-i mecâzîyi terketmekle, bu zevk-i hakikatte ölmek istiyor.
خَيَالْ بِينَدْ اَزِينْ اَشْجَارْ مَلاَئِكْ رَا جَسَدْ آمَدْ سَمَاوِى بَاهَزَارَانْ نَىْ
Hayal ise, görüyor; güya şu ağaçların müekkel Melâikeleri içlerine girip herbir dalında çok neyler takılan ağaçları cesed olarak giymişler. Güya Sultan-ı Sermedî, binler ney sâdâsıyla muhteşem bir resm-i küşadda onlara onları giydirmiş ki; o ağaçlar câmid, şuursuz cisim gibi değil.. belki gâyet şuurkârane mânidar vaziyetleri gösteriyorlar.
sh: » (S: 235)
اَزْيِنْ نَهْيَا شُنِيدَتْ هُوشْ سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ
İşte o neyler; semâvî, ulvî bir musikîden geliyor gibi sâfî ve müessirdirler.
Fikir o neylerden, başta Mevlâna Celaleddin-i Rumî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârane teşekkiyat-ı firakı işitmiyor. Belki, Zât-ı Hayy-ı Kayyum'a karşı takdim edilen teşekkürat-ı Rahmâniyeyi ve tahmidat-ı Rabbâniyeyi işitiyor.
وَرَقْهَا رَازَابَانِ دَارَنْدْ هَمَه هُوَ هُوَ ذِكْرْ آرَنْدْ بَدََرْ مَعْنَاىِ حَىُّ حَىْ
Mâdem ağaçlar, birer cesed oldu. Bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek herbiri, binler dilleri ile havanın dokunmasıyla "Hu Hu" zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarının tahiyyatıyla Sâniinin Hayy-ı Kayyum olduğunu ilân ediyorlar.
ُو لآَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ بَرَابَرْ مِيزَنْدْ هَرْ شَىْ
Çünki bütün eşya "Lâ ilahe illa Hu" deyip, kâinatın azîm halka-i zikrinde beraber zikrederek çalışıyorlar.
دَمَادَمْ جُو يَدْ نَدْ يَا حَقْ سَرَاسَرْ كُويَدَنْدْ يَا حَىْ بَرَابَرْ مِيزَنَنْدْ اَللّهْ
Vakit-bevakit lisan-ı istidad ile Cenâb-ı Hak'tan hukuk-u hayatını "Ya Hak" deyip hazine-i rahmetten istiyorlar. Baştan başa da hayata mazhariyetleri lisanıyla "Ya Hayy" ismini zikrediyorlar.
فَيَا حَىُّ يَا قَيُّومُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيُّومِ
حَيَاتِى دِهْ بَايِنْ قَلْبِ َرِيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَاِينْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا آمِينْ
* * *
sh: » (S: 236)
[Bir vakit Barla'da Çam Dağı'nda yüksek bir mevkide, gecede semânın yüzüne baktım. Gelecek fıkralar, birden hutûr etti. Yıldızların lisan-ı hal ile konuşmalarını hayalen işittim gibi bu yazıldı. Nazım ve şiir bilmediğim için şiir kaidesine girmedi. Tahattur olduğu gibi yazılmış. Dördüncü Mektub ile Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkıfının âhirinden alınmıştır.]
YILDIZLARI KONUŞTURAN BİR YILDIZNAME
Dinle de yıldızları şu hutbe-i şîrînine
Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
* *
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler;
"Bir Kadîr-i Zülcelâl'in haşmet-i Sultanına
* *
Birer bürhân-ı nur-efşanız vücûd-u Sânia
Hem vahdete, hem kudrete şâhidleriz biz.
* *
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nâzenin mu'cizâtı çün melek seyranına.
* *
sh: » (S: 237)
Bu semânın arza bakan, cennete dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz (Haşiye)
Tûbâ-i hilkatten semâvat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına
Bir Cemil-i Zülcelâl'in, dest-i hikmetle takılmış pek güzel meyveleriyiz biz.
* *
Şu semâvat ehline birer mescid-i seyyar, birer hâne-i devvar, birer ulvî âşiyâne,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareleriz biz.
* *
Bir Kadîr-i ZülKemâl'in, bir Hakîm-i Zülcelâl'in birer mu'cize-i kudret
Birer hârika-i san'at-ı hâlıkane; birer nâdire-i hikmet, birer dâhiye-i Hilkat, birer nur âlemiyiz biz.
* *
Böyle yüzbin dil ile yüzbin bürhân gösteririz, işittiririz insan olan insana.
Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz.
* *
Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize müsahharız. Müsebbihiz, zikrederiz abîdane.
Kehkeşanın halka-i kübrâsına mensub birer meczublarız biz." dediklerini hayalen dinledim.
* * *
____________________________
(Haşiye): Yâni Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizât-ı kudret teşhir edildiğinden; Semâvat âlemindeki melâikeler o mu'cizâtı, o hârikaları temaşa ettikleri gibi, ecram-ı semâviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi zemin yüzündeki nâzenin masnuatı gördükçe Cennet âlemine bakıyorlar. O muvakkat hârikaları bâki bir Sûrette Cennet'te dahi müşahede ediyorlar gibi bir zemine, bir Cennet'e bakıyorlar. Yâni o iki âleme nezaretleri var demektir. | |
| | | | onyedinci sözün devamı | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |