nurunalanur Sadık Kardeşimiz
Mesaje : 259 Puncte : 648 Reputatie : 6 Data de inscriere : 23/03/10
| Konu: (onuncu söz) Zeylin dördüncü parçası Ptsi Nis. 12, 2010 10:24 am | |
| Zeylin Dördüncü parçası قَالَ مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِ اَنْشَاَهَآ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ Yâni, insan der: «Çürümüş kemikleri kim diriltecek?» Sen, de: «Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek.» Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatının Üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi; bir zat göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese: «Şu zat, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar, tabur nizâmı altına getirebilir.» Sen ey insan, desen «İnanmam.» Ne kadar divânece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi; hiçlikten, yeniden ordu-misâl bütün hayvânat ve sâir zîhayatın, tabur-misâl cesedlerini kemâl-i intizâmla ve mîzan-ı hikmetle o bedenlerin zerratını ve letâifini emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hattâ her baharda ruy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevil-hayatın envâlarını ve tâifelerini îcad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misâl bir cesedin nizâmı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrat-ı esâsiyye ve eczâ-i asliyyeyi bir sayha ile Sûr-u İsrâfilin borusuyla nasıl toplayabilir? İstib'âd sûretinde denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir. Hem, Kur'an kâh oluyor ki; Cenâb-ı Hakkın âhirette hârika ef'allerini kalbe kabûl ettirmek için, ihzâriye hükmünde ve zihni tasdike müheyya etmek için, bir i'dâdiye sûretinde, dünyadaki acâip ef'âlini zikreder. Veyahut, istikbalî ve uhrevî olan ef'âl-i acîbe-i sh:» (S: 120)İlâhiyyeyi öyle bir sûrette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazireleriyle onlara kanaatımız gelir. Meselâ: اَوَلَمْ يَرَالاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ tâ, Sûrerin âhirine kadar... İşte şu bahiste Haşir mes'elesinde Kur'an-ı Hakîm haşri isbat için yedi-sekiz Sûrette, muhtelif bir tarzda isbat ediyor. Evvelâ: Neş'e-i Ulâyı nazara verir. Der ki: Nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan, tâ hilkat-i insâniyyeye kadar olan neş'etinizi görüyorsunuz... Nasıl oluyor ki: «Neş'e-i Uhra» yı inkâr ediyorsunuz?.. O, onun misli, belki dâva ehvenidir. Hem, Cenâb-ı Hak, insana karşı ettiği ihsânat-ı ezîmeyi: اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle işaret edip der: Size böyle ni'met eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız. Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib'âd ediyorsunuz. Hem, Semâvat ve Arzı halkeden, Semâvat ve Arzın meyvesi olan insanın hayat ve mematından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesne ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhûde yapar mı zannedersiniz? Der: Haşirde sizi ihya edecek Zât, öyle bir Zâttır ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir. Emr-i كُنْ فَيَكُونَ e karşı kemâl-i inkıyad ile serfürû eder. Bir baharı halketmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvanatı îcad etmek, bir sinek îcadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır. Öyle bir Zâta karşı: مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ deyip kudretine karşı ta'ciz ile meydan okunmaz! Sonra, فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ tâbiriyle; herşey'in sh:» (S: 121)dizgini elinde, herşey'in anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sahifeleri gibi kolayca çevirir. Dünya ve âhireti iki menzil gibi; bunu yapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir. Mâdem böyledir, bütün delâilin neticesi olarak: وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yâni; kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip huzur-u kibriyâsında hesabınızı görecektir. İşte şu âyetler, haşrin kabûlüne zihni müheyya etti. Kalbi de hâzır etti. Çünki: Nezâirini dünyevî ef'âl ile de gösterdi. Hem, kâh oluyor ki: Ef'âl-i uhreviyyesini öyle bir tarzda zikreder ki: Dünyevî nezâirlerini ihsas etsin. Tâ istib'âd ve inkâra meydan kalmasın, meselâ: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ilâahir.. ve اِذَا السَّمَآءُ انْفَطَرَتْ ilâahir.. ve اِذَا السَّمآءُ انْشَقَّتْ İşte şu sûrelerde, kıyâmet ve haşirdeki inkılâbât-ı azîmeyi ve tasarrufat-ı Rubûbiyyeti öyle bir tarzda zikreder ki; insan onların nazirelerini dünyada, meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan on inkılâbatı kolayca kabûl eder. Şu üç sûrenin meâl-i icmâlîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi nümune olarak göstereceğiz. Meselâ: اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a'mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mes'ele kendi kendine çok acîb olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat, sûrenin işaret ettiği gibi haşr-i baharîde başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünki: Her meyvedâr ağaç, ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var. Esmâ-i İlâhiyyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubûdiyyetleri var. İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlariyle beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve Sûret lisaniyle gâyet fasih bir Sûrette analarının ve asıllarının a'mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a'mâline neşr-sh:» (S: 122) eder. İşte gözümüzün önünde bu Hakîmâne, Hafîzâne, Müdebbirâne, Mürebbiyâne, Lâtifâne şu işi yapan Odur ki, der: اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْBaşka noktaları buna kıyas eyle. Kuvvetin varsa istinbat et. Sana yardım için bunu da söyliyeceğiz. İşte: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ Şu kelâm, tekvir lâfziyle, yâni, sarmak ve toplamak mânâsiyle parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazirini dahi îma eder. Birinci: Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esîr ve Semâ perdelerini açıp, Güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misâl bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak. İkinci: Veya ziya metâını neşretmek ve zeminin kafasına ziyayı zulmetle münâvebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura metâını dahi toplattırıp gizlendiği gibi, kâh olur bir bulut perdesiyle alışverişini az yapar. Kâh olur; Ay onun yüzüne karşı perde olur; muamelesini bir derece çeker. Metâını ve muamelât defterlerin topladığı gibi elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir. Hattâ hiç bir sebeb-i azl bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, güneş, yerin başına izn-i ilâhî ile sardığı ziyayı, emr-i Rabbânî ile geriye alıp, güneşin başına sarıp «Haydi yerde işin kalmadı der, cehenneme git, sana ibâdet edip senin gibi bir memur-u Mûsahharı sadakatsizlikle tahkir edenleri yak» der اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ fermanının lekeli siyah yüzüyle yüzünde okur. * * * | |
|